Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982

Transcription

Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında
1982 Anayasasının Dili
Yılmaz Bingöl
*
Özet: Bu çalışma, modernist-gelenekçi tartışmaları ışığında Anayasa dilini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, modernistlerin 1932-1983 yılları arasında gerçekleştirdikleri öz Türkçecilik hareketi ile gelenekçilerin buna karşı direnç ve çatışmalarının dilde
bir karmaşaya yol açtığını; öz Türkçecilik hareketinin ulaştığı başarının sadece “katastrofik bir başarı” olarak değerlendirilebileceğini ve dilde oluşan karmaşanın 1982
Anayasasının diline ve kavram tercihlerine yansıdığını öne sürmektedir. Çalışmada öncelikle, modernist-gelenekçi tartışmalarının tarihi ve siyasi arka planı ortaya konulacak; ardından bu tartışmaların doğurduğu dildeki karmaşanın izleri, 1982 Anayasasındaki anlatım bozuklukları ve kavram kullanımındaki tutarsızlıklar üzerinden sürülecektir. Çalışma; sade, anlaşılır ve kendi içerisinde tutarlı bir Anayasa dili için bazı temel
önerilerle sonlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Modernite, gelenek, anayasa, dil politikası, Türkiye.
The Language of the 1982 Turkish Constitution ın the Context of the
Conflict Between Modernity And Traditionality
Abstract: This study aims to analyze the language of Turkish Constitution through the
lens of modernist-traditionalist debate. It argues that the purification movement conducted by modernists from 1932 to 1983 and the opposition by traditionalists to this
movement in favor of simplification of the language has caused a linguistic chaos in
Turkey, that the modernist achievement attained by the purification movement may only
be regarded as a “catastrophic success,” and that the trace and reflection of this linguistic chaos can be seen in the language of 1982 Turkish Constitution. The study will
firstly explore the political and historical background to the modernist-traditionalist
debate and secondly demonstrate expressional disorders and conceptual inconsistencies
caused by modernist-traditionalist debate. The study will end with some basic propositions for a simple, comprehensible, and consistent language in Turkish Constitution to
be written.
Key Words: Modernity, tradition, constitution, language politics, Turkey.
GĐRĐŞ
Bu çalışma, modernistlerin öz Türkçecilik hareketi ile gelenekçilerin bu
akıma karşı sade Türkçe talepleri, dirençleri ve tartışmaları ışığında Anayasanın
dili üzerine bazı görüş ve önerileri ortaya koymayı amaçlamaktadır.
*
Prof. Dr. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi SBF, 06680, Çankaya/Ankara/Türkiye.
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46, Sayı 3, Eylül 2013, s. 33 - 58.
34
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
Çalışmada, öz Türkçe kavramı, Türkçenin Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden arındırılarak yerlerine eski veya yeni türetilmiş Türkçe kökenli kelimelerle özleştirilmesi (purification); öz Türkçecilik hareketi ise, bu amacı gerçekleştirmek ve bu doğrultudaki dil politikalarını hayata geçirmek üzere, 19321983 yılları arasında Türk Dil Kurumu’nun desteği ve himayesinde Kemalistmodernistlerin ortaya koydukları tutum ve davranışlar anlamında kullanılmıştır.
Sade Türkçe veya Türkçenin sadeleştirilmesi (simplification) kavramı ise daha
geniş anlama gelecek şekilde kullanılmıştır. Sade Türkçe, yazı dili ile konuşma
dilinin birbirine yakınlaştırılması; kullanılan kelimelerin kökenine bakılmaksızın, yazı dilinin halkın anlayabileceği, süsü ve gösterişi olmayan, yalın bir hale
getirilmesi anlamında kullanılmıştır. Sade Türkçecilik hareketi ise gelenekçilerin bir taraftan Cumhuriyet döneminde ortaya konan dili özleştirme hareketinin
dilde kullanılagelen Arapça ve Farsça kökenli kavramların dilden atılması hareketine karşı; diğer taraftan, 15. yüzyılın sonlarından başlayarak günümüze kadar
yazı dilinin halka yabancılaşmasına karşı geliştirdikleri akım anlamında kullanılmıştır.
Bu çalışma, birbirleriyle ilişkili 5 temel teze dayanmaktadır: (1) modernistlerin 1932-1983 yılları arasında hayata geçirdikleri öz Türkçecilik hareketi ile sade Türkçeye taraftar gelenekçilerin buna karşı dirençleri, tartışmaları ve çatışmaları dilde bir karmaşaya yol açmıştır; (2) bu karmaşaya birbirinden bağımsız
hareket eden modernist ve gelenekçilerin uzlaşmaya yanaşmayan ve birbirlerini
karşılıklı dışlayan davranışları sebebiyet vermiştir; (3) öz Türkçecilik hareketi
tüm engellemelere rağmen belli oranda başarı sağlamıştır; (4) ancak bu başarı
sadece “katastrofik bir başarı” olarak değerlendirilebilir ve (5) sade Türkçe-öz
Türkçe tartışmalarının doğurduğu karmaşa, 1982 Anayasasının diline ve kavram
tercihlerine yansımıştır.
Çalışmamızda öncelikle, sade Türkçe öz Türkçe tartışmalarının tarihi ve siyasi arka planı ortaya konulacaktır. Çalışmamızın ikinci bölümünde, bu tartışmaların doğurduğu dildeki karmaşanın izleri, 1982 Anayasasındaki anlatım bozuklukları ve kavram kullanımındaki tutarsızlıklar üzerinden sürülecektir. Çalışma, geçmişte yapılan hatalara düşülmeden; halkın anlayabileceği, sade, anlaşılır ve kendi içerisinde tutarlı bir Anayasa dili için bazı temel önerilerle sonlanacaktır.
OSMA%LI DÖ%EMĐ%DE DĐLĐ SADELEŞTĐRME HAREKETLERĐ
Osmanlıca bir sanat ve edebiyat dili olup; yazılan, ama geniş kesimler tarafından konuşulmayan ve anlaşılmayan bir dil olarak kabul edilmektedir. Osmanlıcanın sadeleştirilmesi, başka bir ifadeyle halkın anladığı ve konuştuğu dile
yaklaştırılması talepleri on beşinci yüzyılın sonlarına götürülmekle birlikte, on
dokuzuncu yüzyılda yoğunlaşmıştır. On beşinci yüzyılın sonları ve on altıncı
yüzyılın başlarında gelişen Türkî-i Basît hareketi, sınırlı ölçüde bir başarı sağ-
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
35
lamakla birlikte, Osmanlıcanın yabancılığına karşı direnişi başlatması ve daha
sonraki dönemleri de etkilemesi bakımından önemlidir. On yedinci yüzyıl şairlerinden Nâbî’nin klasik edebiyatın geleneklerini değiştirmek ve dili sadeleştirmek için ortaya koyduğu çaba kayda değerdir. Aşağıdaki beyit Nâbî’ye aittir:
Ey ş’ir miyânında satan lafz-ı garîbi
Dîvân-ı gazel nüsha-yı kâmus degüldür1
Nâbî’nin dile getirdiği dilde sadeleşme talepleri daha sonraki dönemlerde de
yoğunlaşarak devam eder. On dokuzuncu yüzyılda batılı fikirlerin yayılması ve
ilk gazetelerin yayımlanmasıyla birlikte, Osmanlı münevverleri bu fikirleri halka aktarma gereğini duymuşlardır. Bu gelişmelere paralel bir şekilde, Osmanlı
eliti sesini daha da yükselterek yoğun bir şekilde dilin sadeleşmesi ve Đstanbul
Türkçesi temel alınarak standartlaştırılması taleplerini ortaya koymaya başlamıştır. Bazı görüş ayrılıklarına rağmen, aydınlar arasında o dönem için oldukça
demokratik sayılabilecek sağlıklı ve yararlı bilimsel tartışmaların yaşandığı bir
ortam yaratılmış ve daha önemlisi bu tartışmalardan doğan uzlaşma son dönem
Osmanlı yönetimi tarafından da makbul görülerek, yavaş da olsa uygulamaya
geçilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı eliti arasında bazı fikir ayrılıkları olmasına rağmen, Đmparatorluğun
dağılma sürecinde, münevverlerin en azından şu dört konuda mutabakata vardığını söylemek mümkündür: (1) Osmanlı Türkçesi, modern dünyanın fikir ve
kavramlarını halka yansıtmak için yeterli bir dil değildir, (2) yazı dili halkın konuştuğu dile yakınlaştırılarak sadeleştirilmelidir, (3) bu yapılırken, Osmanlı yazı
dilini oluşturan üç dil arasından Türkçe unsurlara öncelik ve ayrıcalık verilmelidir ve (4) dil standartlaştırılmalı ve bu amaç için en uygun alternatif Đstanbul’da
konuşulan vernakulardır.2
Geniş bir kesim tarafından dile getirilen Türk dilinin sadeleşmesi talepleri
özellikle II. Abdülhamid döneminde Osmanlının yönetim kademesinde de etkili
olmuş ve bu konuda bazı kurumsal reformlar yapılmıştır. 1876 Kanûn-ı Esâsî,
Türkçeyi resmi devlet dili olarak kabul ederek meclis üyelerinin ve devlet görevlilerinin Türkçe bilmelerini zorunlu hale getirmiştir. Bu Anayasanın on sekizinci maddesi şu ifadelere yer verir: “Tabiye-i Osmanîyenin hizmet-i devletinde
istihdâm olunmak içün devlet-i lisân-ı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.”3
Keza, 1894 yılında yayımlanan resmi bir yazıyla Đmparatorluk içerisindeki yerel
ve yabancı okullar da dahil olmak üzere tüm eğitim kurumlarında Türkçe öğretim yapılması istenmiştir (Öksüz, 1995: 31).
1
2
3
Ey garip kelimeleri şiir diye yutturanlar! Gazel divanı sözlük sayfası değildir.
Bu görüşlerin gerekçeleri ve daha geniş bir analiz için bkz., Bingöl (2004a).
yenianayasa.tbmm.gov.tr 12.04.2012.
36
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
Sultan Abdülhamid’in dilin Türkçeleşmesi ve sadeleşmesi konusundaki kararlılığını da Fuad Köprülü’nün ortaya koyduğu bazı belgelerden anlıyoruz.
Köprülü (1986: 313), Bursalı Tahir Efendi’den edindiği belgeden II. Abdülhamid’in kendi döneminde dile bakış açısını şu şekilde yansıtır: “7 Mayıs 1310/19
Mayıs 1894 tarihli Manastır Đdadisi Müdürlüğü’ne gönderilmiş olan bu resmî
tezkere, daha doğrusu tamim, Türkçenin tedris usûlü hakkında olup, mekteblerde Arapça ve Acemce kelimelerden azamî nisbette kurtulmuş sade bir lisân öğretilmesini (vurgu YB’ye ait); Đstanbul şivesinin bu hususta esas ittihaz edilmesini tavsiye etmektedir.” Yine, II. Abdülhamid dönemi Eğitim Bakanı Zühtü Paşa’nın, halk dilinde yaşayan Türkçe kelimelerin toplanması ve bununla bizzat
okul öğretmenlerinin ilgilenmesi ile ilgili bir genelge yayınladığı bilinmektedir
(Öksüz, 1995).
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma aşamasına gelindiği yirminci yüzyılın başlarına kadar Osmanlı eliti arasında dilin sadeleşmesi konusunda zaten bir uzlaşma sağlanmıştır. Dolayısıyla, Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan dil reformunu bundan bağımsız ve istisnai bir hareket olarak düşünmemek ve o dönemde ortaya çıkan dilin sadeleşmesi talepleri ışığında değerlendirmek gerekir. Modern, laik ve ulusal Türk devletinin kurulması aşamasına gelindiğinde cevap
bekleyen tek soru, genel hatlarıyla üzerinde mutabakat sağlanan dildeki yenileşmenin nasıl ve ne derecede gerçekleşmesi gerektiğiydi.
CUMHURĐYET DÖ%EMĐ%DE MODER%ĐST-GELE%EKÇĐ
TARTIŞMALARI
Cumhuriyet döneminde başlatılan dil reformu, yeni ulus-devleti inşa etmenin
en önemli sac ayaklarından biri olup, dili tedricen sadeleştirme çabasından ziyade, hızlı ve radikal bir şekilde özleştirme hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Bu
hareketi değerlendirmeye geçmeden önce Türkiye’de dil politikasının şekillenmesinde birbirinden bağımsız hareket eden üç aktör grubunu birbirinden ayırmamız faydalı olacaktır: Modernist Kemalistler ve gelenekçi milliyetçiler ve
muhafazakarlar. Türkiye’de dil politikalarının ortaya konulmasında, şekillenmesinde ve bu konuda siyasal davranışların belirlenmesinde, aslında devletin ve
toplumun rasyonel çıkarlarından ziyade, bu farklı siyasal grupların norm ve
kimlik algılamaları etkili olmuştur. Bu grupların her biri için dil politikası ile ilgili alınmış veya alınacak karar ve uygulamaların benimsenip benimsenmemesi
veya dikkate değer olup olmadığı, bunların ne ölçüde kendi siyasal düşünceleriyle örtüştüğüne veya ne ölçüde her bir grubun önemsediği kimlik anlayışını
yansıttığına bağlı olarak değişkenlik göstermiştir. Bu grupların her birinin ortaya koyduğu davranış şekilleri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.4
4
Burada yansıtılan görüşler büyük oranda, Bingöl (2004b) çalışmasına dayanmaktadır. Bu hususta daha geniş
ve ayrıntılı analizler için bu çalışmaya bakılabilir.
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
37
Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere, modern bir ulus-devlet kurmak isteyen Kemalistler, Batı eksenli bir kimlik anlayışıyla hareket etmişlerdir. Batı kökenli iki mefhum, laikleşme ve uluslaşma, Kemalistler için yeniden inşa edilecek Türk kimliğinin en önemli iki normunu oluşturur. Türkiye’nin ulusal sınırları içerisinde Anadolu-Türk unsurlarına dayalı Batı tipi bir ulus-devlet kurma,
Kemalist modernistlerin en önemli amaçlarından bir tanesi olmuştur. Bu anlayışları, ortaya koydukları dil politikalarına da yansır. Batı kökenli rakamların ve
Latin alfabesinin alınması ve benimsenmesi, onların bu kimlik algılarıyla ilişkilidir. Keza, dil devrimi kapsamında, Đslam dini ve Doğu kültürünün dilleri olan
Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri Türk dilinden atma çabaları, Kemalist modernistlerin Batı-eksenli kimlik algılamalarıyla açıklanabilir.
Milliyetçiler veya Türkçüler, Kemalist modernistlerden farklı olarak, Türkiye ve Anadolu sınırlarını aşan irridentist bir kimlik anlayışını benimsemişlerdir.
Alfabeye karşı siyasal davranışları, dış Türklerin, özellikle eski Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türki halkların, bu konuda ortaya koydukları davranışlara bağlı
olarak şekillenmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda Latin alfabesine karşı
ve Arap alfabesine taraftar bir tutum ortaya koymakla birlikte, 1920’li yılların
ortalarından itibaren Sovyet hükümetinin kendi Türki dilleri için Latin alfabesini adapte etmeye karar vermesiyle birlikte, Türkçüler de Latin alfabesine karşı
tutumlarını yumuşatarak, bu alfabenin Türkiye’de de kabulüne destek vermişlerdir. Türkçüler, hangi kelimelerin dilde kalıp hangilerinin atılması konusunda
da oldukça seçici davranmışlardır. Bir taraftan Türkçe kökenli kelimelerin dilde
kullanılmasına taraftar olurken, diğer taraftan Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin dilden atılmasına karşı çıkmışlardır. Bu davranışlarında yine dış Türklere
ve onların kullandığı dile ilişkin bir bakış açısı etkili olmuştur. Türkçüler açısından atılacak veya tutulacak kelimelerle ilgili tutumlarında, bu kelimelerin
hangi kökenden geldiği değil, dış Türkler tarafından kullanılıp kullanılmaması
etkili olmuştur.
38
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
Tablo. Türk Dil Politikasında Ortaya Konulan Davranış Şekilleri
AKTÖRLER
KĐMLĐK EKSE%LĐ
SĐYASAL GRUP
DAVRA%IŞ
Batılılaşma/Uluslaşma
(Anadolu Türklüğüne dayalı)
MODER%ĐST
KEMALĐST/
SOLCU
Latin Alfabesi
Dilin Özleştirilmesi
•
Arapça ve Farsça kökenli kelimelere karşı
•
Yeni türetilmiş öz Türkçe kelimelere taraftar
•
Batı kökenli kelimelere kayıtsız
Türkleşme/Uluslaşma
(Dış Türkleri de kapsayıcı irridentist)
Arap Alfabesi/Latin Alfabesi
(Dış Türklerin tutumuna bağlı değişken)
MĐLLĐYETÇĐ/
TÜRKÇÜ
Dilin Sadeleştirilmesi
•
Dış Türkler tarafından da kullanılan Türkçe,
Arapça ve Farsça kökenli kelimelere taraftar
•
Dış Türkler tarafından kullanılmayan yeni
türetilmiş Türkçe kelimelere karşı
GELE%EKÇĐ
MUHAFAZAKAR/
ĐSLAMCI
•
Batı kökenli kelimelere karşı
Đslamlaşma
Arap Alfabesi
Dilin Sadeleştirilmesi
•
Đslam dünyasında da kullanılan Arapça ve
Farsça kökenli kelimelerin korunmasına
taraftar
•
Yeni türetilmiş Türkçe kelimelere karşı
•
Batı kökenli kelimelere karşı
Đslami bir kimliği benimseyen ve bu dinin normlarını referans olarak kabul
eden muhafazakarlar, Batı kökenli Latin alfabesinin alınmasına ve kullanılmasına karşı çıkmış, direnmiş ve doğrusu modernistlerin alfabe değiştirmelerini
uzun bir süre benimseyememişlerdir. Đslamcılar, başlangıçtan beri Kuran-ı Kerim’de de kullanılan ve Müslümanlar için kutsal sayılan Arap alfabesinin korunmasından yana tavır koymuşlardır. Muhafazakarlar, diğer taraftan Türkçede
öteden beri benimsenen ve Đslam dünyasındaki diğer halklar tarafından da kullanılan Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin Türkçeden atılmasına karşı çıkmış,
bu kelimeleri bilinçli bir şekilde ısrarla kullanmak kaydıyla, kelimelerin dilde
yaşaması için çaba sarf etmişlerdir.
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
39
DĐL REFORMU VE MODER%ĐST ÖZ TÜRKÇECĐLĐK HAREKETĐ
Kemalist modernizmin en önemli sac ayaklarından bir tanesi Batı normlarına
dayalı yeni bir Türk kimliğini inşa etmektir. Đnşa edilecek bu yeni kimlik ekseninde modernistler, kültürel ve dini unsurları büyük ölçüde dışarıda bırakarak,
daha çok Anadolu Türk unsurlarını temel alan bir kimlik anlayışını benimsemişlerdir. Mustafa Kemal ve arkadaşları için, yeni kurulacak Cumhuriyet bütün
enerjisini laik ve ulusal bir devlet kurmaya harcamalıydı. Bu yüzden, Kemalist
modernistler bilinçli olarak hem Đslami hem de Anadolu Türklüğü dışında kalan
kültürel unsurları göz ardı ettiler. Bu çerçevede, dil reformu veya dil devrimi,
iki radikal değişiklik üzerine bina edilmiştir: (1) Latin harflerine dayalı yeni bir
alfabenin kabulü ve (2) Türkçenin Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden arındırılıp, yerlerine yeni türetilmiş Türkçe kökenli kelimelerle özleştirilmesi.
Atatürk’ün dil reformu ilk olarak 1928 yılında Latin alfabesinin kabulüyle
kendisini gösterir. Aslında Mustafa Kemal alfabe değiştirme konusundaki kararını çok önceden verir. 5Alfabe değişikliğindeki gecikmede, gelenekçilerin ortaya koymuş olduğu muhalefet etkili olur. 1920’li yılların başında modernistlerin
alfabe değişikliğini gündeme getirme çabaları gelenekçilerin sert muhalefetiyle
karşılaşır.6
Modernistlerin alfabe değişikliğine gitmesindeki temel amaç, Türkiye’nin
Doğu kültürü ve Đslam kimliği ile bağlarını kesip, Batı medeniyetiyle iletişimini
kolaylaştırmaktır. Mustafa Kemal’in Bulgar Türkolog Ivan Monolof’a vermiş
olduğu ve Arap alfabesinin Türklerin Batı medeniyetine ulaşmasındaki en
önemli engel olduğu şeklindeki demeci bunun bir göstergesidir. Londra’dan yayın yapan Times gazetesinin Türkiye’deki alfabe değişikliği ile ilgili okurlarına
vermiş olduğu 31 Ağustos 1928 tarihli haber de, Batının bu değişikliği kimlik
bağlamlı bir adım olarak algıladığını göstermektedir: “Bu adımla, Batı tarafından yüzyıllar boyunca garip ve izole edilmiş insanlar olarak görülen Türkler,
her zamandan daha fazla Batı’ya yaklaşmışlardır” (Lewis, 1999: 38).
5
Mustafa Kemal, 1906 yılında Bulgar Türkolog Ivan Monolof’a verdiği bir demeçte şöyle der: “Batı uygarlığına girmemize engel olan yazıyı atarak, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizle Batılılara uymalıyız. Emin
olunuz ki bunların hepsi bir gün olacaktır.” Aktaran (Şimşir, 1992).
6
Örneğin, 5 Mart 1923 yılında Đzmir’de toplanan Birinci Đktisat Kongresi’ne Latin alfabesinin kabulü ile ilgili
sunulan tasarı, Kongre Başkanı Kazım Karabekir Paşa tarafından gündeme bile alınmaz. Karabekir Paşa, bir
gün sonra “Latin Harfini Kabul Edemeyiz” başlığıyla Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınladığı bir yazısında, bu çabaları çok sert bir şekilde eleştirir: “Biz bunun vehametini ve bu harflerin değiştirilmesinin bugün küre-i arz üzerinde yaşayan 350 milyon ehl-i Đslama ait olduğunu söyledikse de onlar anlaşılmaz bir
şekl-i huruf kabülü noktasına doğru yürüdüler.” Karabekir Paşa aynı yazısında Latin harflerinin niçin kabul
edilemeyeceğini şu sözlerle ifade eder: “Bu kabul edildiği gün memleket herc ü merce girer. Her şeyden
sarf-ı nazar bizim kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihimiz ve binlerce cilt âsarımız bu
lisanla yazılmış iken büsbütün başka şekilde olan bu harfleri kabul ettiğimiz gün, en büyük felakete derhal
bütün Avrupa’nın eline güzel bir silah verilmiş olacak, bunlar alem-i Đslama diyeceklerdir ki, Türkler ecnebi
yazısını kabul etmişler ve Hristiyan olmuşlardır. Đşte düşmanlarımızın çalıştığı şeytankarene fikir budur.”
Kazım Karabekir, “Latin Harfini Kabul Edemeyiz,” Hakimiyet-i Millîye, 5 Mart 1923, aktaran (Şimşir,
1992: 57-58).
40
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
Türkçü gelenekçilerin başlangıçta alfabe değişikliğine muhalefet etmelerine
rağmen daha tutum değiştirmelerinde 1920’li yılların ortalarında Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türki halklar arasında ortaya çıkan bazı gelişmeler etkili olur.
Azeriler, 1920’li yılların başlarında Latin harflerini kabul ederler. 26 Şubat-5
Mart 1926 tarihleri arasında Bakü’de toplanan Birinci Türkoloji Kongresi’nde,
Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türki diller için Latin harflerinin kullanılması
prensip olarak kabul edilir (TDK, 1999). 1928 yılında, Sovyet hükümeti, Kafkas
ve Orta Asya’daki Türki diller için kullanılan Arap alfabesini kaldırarak Latin
harflerine dayalı yeni alfabeleri kabul eder. Bu gelişmeyle birlikte Sovyetler
Birliği’nde yaşayan Türkler de aynı alfabeyi kullanacağına göre, Đslamcılar için
olmasa da, Türkçü gelenekçiler için Latin alfabesine direnmenin bir anlamı
kalmayacaktı.
Modernist reform hareketinin dil alanında daha derin etkiler bırakan ve esas
tepki gören reform hareketinin ikinci ayağı, Türkçede kullanılagelen Arapça ve
Farsça kökenli kelimelerin dilden atılarak yerlerine eski veya yeni türetilmiş
Türkçe kökenli kelimelerin getirilmesidir. Mustafa Kemal’in bu konuda söylediği şu söz modernistler için temel meşrulaştırıcı gerekçeyi oluşturmuştur: “Ülkesini ve yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller
boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Dilin Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılarak özleştirilmesini sağlamak amacıyla 1932 yılında Türk Dil Kurumu kurulur. 26 Eylül-5 Kasım 1932 tarihleri arasında Mustafa Kemal’in teşviki ve desteğiyle Birinci Türk Dil Kurultayı toplanır. Kurultay’da Atatürk ve arkadaşları,
katılımcılara işleyecekleri konular hakkında ve Türkçe’nin bir Hint-Avrupa dili
olduğu yönünde telkinde bulunurlar.7
Kurultay sonrası TDK, dili özleştirme çabalarına hız vererek, ülkede büyük
bir “dil seferberliği” başlatır. Türkçede kullanılagelen Arapça ve Farsça kelimeler yerine önerilecek öz Türkçe kelimelerin bulunabilmesi için, Cumhuriyet
Halk Partisi ve kültürel organı olan Halk Evleri’nin de tam desteğiyle ülke çapında komiteler kurulur. Bu komiteler bölgesel düzeyde; valiler, ordu mensupları, milli eğitim müdürleri ve öğretmenlerden oluşturulur. Bölgesel düzeydeki
çalışma gruplarından, halk dilinde olup da sözlüklerde yer almayan veya yazı
dilinde olmayan kelimeleri toplamaları istenir. Toplanan veriler, önce il merkezlerine, oradan da Türk Dil Kurumu’na aktarılır. Bu çalışmalar sonucunda, toplam dokuz ay içerisinde, yaklaşık 130.000 verinin TDK’da toplandığı belirtilmektedir (Levend, 1972: 416).
7
Bu çerçevede, Mustafa Kemal’in bilim adamlarından Türk dilinin “Hint-Avrupa dilleri ve diğer bütün beyaz
ırkların dilleri”yle olan ilişkisinin araştırılmasını istemeleri (Ünaydın, 1948: 33) dikkate değerdir. Kurultay
katılımcılarının çoğu bu telkinlerin etkisiyle olacak, heyecanlı bir şekilde Türkçenin bir Hint-Avrupa dili olduğunu ispatlamaya çalışırlar. Kurultay’a sunulan tebliğlerden bir tanesinin başlığının “Türk Filolojisi:
Türkçe bir Hint-Avrupa Dilidir” olması bunun bir yansımasıdır (TDK, 1933).
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
41
TDK’nın Arapça ve Farsça kelimeler yerine Türkçe kelimeleri yerleştirme
çabaları bununla sınırlı olmayıp dört farklı kaynaktan kelime türetilme yoluna
gidilmiştir. Đlk olarak, mübalağa etmek, vasıta, gayret ve hasılat gibi Arapça
kökenli kelimeler için önerilen abartmak, araç, çaba ve ürün gibi Türkçe kökenli kelimeler Anadolu ağızlarından derlenmiştir. Đkinci olarak, bazı kelimeler
eski Türk metin ve lügatlarından uyarlanmıştır. Reis, kâinat, vilayet ve misafir
gibi kelimeler için önerilen, sırasıyla, başkan, evren, il ve konuk kelimeleri bu
türden kelimelerdir. Üçüncü olarak, Türkçe köklerden yeni kelimeler türetme
yoluna gidilmiştir. Đlmî, âbide, kâmus ve teyyare kelimeleri için önerilen, sırasıyla, bil-im+sel, an-ıt, söz+lük ve uç-ak kelimeleri bu türden türetilen kelimelerden sadece bazılarını oluşturur. Ve son olarak, bazı kelimeler iki veya daha
fazla Türkçe isim birleştirilmek kaydıyla türetilmiştir. Matbaa, vatanperver,
asır ve mukkadime gibi Arapça ve Farsça kelimeler için önerilen, sırasıyla, basım+evi, yurt+sever, yüz+yıl ve ön+söz bu tür isim birleştirilmesi yoluyla türetilen öz Türkçe kelimelerdir. Gelenekçiler tarafından asıl karşı çıkılan kelimler
sayıca da fazla olan son iki gruptaki kelimelerdir.
TDK daha sonraki yıllarda tüm enerjisini okul kitaplarında kullanılan teknik
ve bilimsel terimlerin Türkçeleştirilmesine verir. Bu konuda, Atatürk’ün de
bizzat katkıda bulunduğu söylenir. Açı, üçgen, dörtgen, eşkenar, yöndeş, eksi,
artı, çarpı, bölü gibi matematik terimleri bizzat Atatürk tarafından türetilir
(Özel, vd., 1986). Kurum tarafından hazırlanan matematik ve doğal bilimlerle
ilgili terimlerden oluşan geniş bir öz Türkçe kelime listesi, okul kitaplarında yararlanılması için 1937 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na sunulur. 1939 yılına
kadar türetilen yaklaşık 5000 teknik ve bilimsel öz Türkçe terim ders kitaplarına
alınmak kaydıyla genç nesillere benimsetilmeye çalışılır (Levend, 1972: 444445).
Öz Türkçecilik hareketinin bu dönemdeki önemli bir faaliyeti de Anayasa’nın öz Türkçeyle yeniden yazılması oluşturur. Anayasa dili üzerinde yapılan
yaklaşık üç yıllık çalışma ve tartışma sonrası 1945 yılında, eski Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yeni Anayasa’ ya “tercüme” edilerek kabul edilir. Vilayet yerine il;
kaza yerine ilçe ve hakim yerine yargıç kelimeleri eski ve yeni Anayasalardaki
farklı kelimelerden sadece bazılarını oluşturur. 8Eski dilden öz Türkçeye bir bakıma tercüme sayılan yeni Anayasa’nın kabulü, gelecek yıllar için sadece hukuk
8
1945 ve 1952 yıllarında özelde Anayasa dilinin ve genelde hukuk dilinin değiştirilmesi çabaları ile ilgili ayrıntılı analizler için Özdemir (2006)’ya bakılabilir. 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile 1945 Anayasası’nda
kullanılan dilleri karşılaştırmak için maddelerden sadece bir tanesini yeni ve eski halleriyle aşağıya aktarmak faydalı olacaktır:
Madde 61- Bakanları, Danıştay ve Yargıtay başkanları ve üyelerini ve Cumhuriyet Başsavcısını görevlerinden
doğacak işlerden dolayı yargılamak için Yücedivan kurulur.
Maddenin ilk şekli: “Vazifelerinden münbais hususatta Đcra Vekilleriyle Şurayı Devlet ve Mahkemei Temyiz
rüesa ve azasını ve Başmüddeiumumiyi muhakeme etmek üzere bir (Divanı Âli) teşkil edilir.”
tbmm.gov.tr 14.04.2012
42
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
ve yönetim dilini değil, aynı zamanda halkın dilini de geniş ölçüde etkileyecektir. Zira, Anayasa’da kullanılan kelimeler sadece hukuki ve teknik kavramları
değil, aynı zamanda halkın günlük dilde kullandığı kelimeleri de içermektedir.
MODER%ĐST HAREKETE KARŞI GELE%EKÇĐ TEPKĐLER
Gelenekçiler dildeki bu hızlı özleştirme hareketine karşı kayıtsız kalmazlar.
Demokrat Parti’nin kurulması ile birlikte, gelenekçiler modernist dil politikasına karşı daha rahat bir şekilde hoşnutsuzluklarını dile getirmeye başlarlar. Tekpartili dönemden çok-partili döneme geçilmesi bu bakımdan sadece siyasal
alanda değil, dil ve kültür alanında da yeni bir dönemin habercisidir. Tek-parti
döneminde gelenekçiler genelde CHP’nin tüm politikalarına ve özelde de TDK
ile birlikte yürütülen dil politikasına karşı açık ve net bir direnişte bulunamamışlardı. Ancak siyasal hayatın demokratikleşmesiyle birlikte, gelenekçiler yayınlarıyla ve kurdukları derneklerle daha rahat ve güçlü bir şekilde resmi dil politikasına ve TDK’ya karşı örgütlenmeye başlarlar.
Đstanbul Muallimler Birliği, 14 Ekim 1948 tarihinde topladığı Birinci Türk
Dili Kongresi’nde Adnan Adıvar’ın başkanlığında Halide Edip Adıvar, Şekip
Tunç, Đsmail Habib Sevük, Nihat Sami Banarlı, Sadri Maksudi Arsal, Hıfzı Tevfik Günensoy, Cavit Orhan Tütengil ve Nurettin Ergin gibi reform karşıtı etkili
isimleri bir araya getirir. Kongre’de yayınlanan sonuç bildirgesinde Birlik üyeleri, TDK’nın Türk dilinin “doğal” gelişim sürecine daha fazla müdahale etmemesi; Kurum’un Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderdiği dili özleştirmeyle ilgili
telkinleri durdurması; Bakanlığın “uydurma” kelimeleri ders kitaplarına koymaya son vermesi; siyasetin dille karıştırılmaması ve milli kültürün zengin kaynaklarının nesilden nesile aktarılması için gerekli tedbirlerin alınması çağrısında
bulunur (Acar, 1983: 198-209).
Gelenekçilerin modernist dil politikası konusundaki en büyük kaygıları modernistlerin inşa etmeye çalıştıkları ulusal kimlik ile ilgilidir. Gelenekçiler, Kemalist elitin dili özleştirme politikalarının ulusal kimliğin temelini oluşturan iki
çok önemli unsur olan Türk ve Đslam katmanlarına büyük ölçüde zarar verdiğini
ve vereceğini iddia ederler. Bu çerçevede gelenekçilerin eleştirileri, modernist
dil politikalarının hem nesiller arasında, hem de Türkiye Türkleri ile geniş TürkĐslam dünyası arasında bir iletişim kopukluğu doğuracağı noktasında yoğunlaşır. Gelenekçiler, modernistlere karşı eleştirilerini ayrıca ideolojik, kültürel ve
dilbilimi alanlarını da kapsayacak şekilde genişletirler.
Modernist dil politikasına karşı kurumsal bazda eleştirileri ilk dillendiren
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) olur. Enstitü’nün yayın organı
olan Türk Kültürü’nün 1962’de yayımlanan ilk sayısında Türk Dil Kurumu ve
benimsedikleri dil politikasına karşı açık ve sert eleştiriler ortaya konulur. Prensip olarak dil reformuna karşı olmadıklarını belirten Enstitü, ancak dil reformunun sadece Türkiye sınırları içindeki dar bir mesele olarak değil, “Türk dünya-
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
43
sının kültürel birliği” çerçevesinde düşünülmesi ve planlanması gereken bir olgu olması gerektiğini vurgular. Dilin sadeleşmesi ve Türkçeleşmesi gerekliliğine katıldıklarını, ancak bu sorunun sadece Türkiye Türkçesi ile ilgili bir sorun
olmadığını, aynı zamanda ve aynı derecede diğer Türk lehçelerini de ilgilendirdiğini belirtirler. Enstitü, kitap ve kalem gibi kelimeler için bulunacak yeni karşılıkların, ancak Türkiye Türkleri dışındaki Türkler tarafından da benimsenmesi
durumunda anlamlı olabileceğini belirtir (TKAE, 1962: 7).
Türkçülerin benzer nitelikteki eleştirileri yıllar boyunca bireysel düzeyde de
devam eder. Bu eleştirilerin en önemlisi, modernistlerin uyguladığı dil politikasının milli kültüre verdiği zararlar üzerinde yoğunlaşır. Bu bağlamda, gelenekçiler, TDK’nın iktidarı elinde bulunduran CHP yöneticileriyle işbirliği içerisinde
bilinçli ve planlı bir şekilde milli kültür yerine farklı ve yabancı bir kültürü Türk
toplumuna empoze etmeye çalıştıklarını iddia ederler ve modernistleri uyguladıkları dil politikalarına ideolojiyi karıştırmakla suçlarlar. 9Bu çerçevede, gelenekçiler modernistleri aşırı solcu, sosyalist veya komünist olmakla ve yürüttükleri dil politikasında komünist ideolojinin gereklerini yerine getirip dış güçlerden emir almakla itham ederler.10
Öz Türkçecilik hareketine karşı siyasal alanda ilk tepki Demokrat Parti’nin
1950 seçim zaferiyle birlikte kendini gösterir. DP’nin bu konuda ilk icraatı
TDK’nın statüsünü ve iktidarla ilişkisini değiştirmek olur. 1950 öncesi TDK,
CHP ile yakın ilişki içinde yarı-resmi özerkliğin ayrıcalıklarından sonuna kadar
yararlanır. Bu tarihe kadar CHP, manevi, siyasi ve ekonomik yönden her zaman
için TDK’ya ve Kurum’un benimsetmeye çalıştığı öz Türkçecilik hareketine
destek verir. 1950 öncesi TDK tüzüğüne göre Milli Eğitim Bakanı, Kurum’un
“Tabii Başkanı,” Đsmet Đnönü ise “Koruyucu Başkanı” sıfatlarıyla Kurum’a her
türlü destek ve müdahale hakkına sahiptir. CHP ile Kurum arasındaki bu yarıresmi ilişkiyi koparmak amacıyla, Demokrat Parti hükümetinin Milli Eğitim
Bakanı Tevfik Đleri, 22 Ekim 1950’de topladığı ve kendi başkanlık ettiği TDK
yönetim kurulu toplantısında Kurum’dan yukarıda bahsi geçen maddeleri kendi
tüzüğünden çıkarması talebinde bulunur. Bakan’dan gelen bu talep ve baskı so9
Örneğin, gelenekçi kanadın önemli isimlerinden biri olan Zeynep Korkmaz, dönemin Devlet Başkanı Kenan
Evren’in de katıldığı bir toplantıda bu türden kaygılarını, 1983 öncesi TDK’nın en etkili üyelerinden ve öz
Türkçeciliğin hararetli savunucularından biri olan Emin Özdemir’in ortaya koyduğu düşüncelere dayandırır.
Özdemir’in bir eserinde belirttiği “dil devriminin Türkiye’deki kültür devriminin bir parçası olduğu” ve
“Türkçeyi özleştirme çabası yalnız sözlüksel düzeyde kalan bir olgu değildir. Dilimizin öz varlığını değiştirme yolu ile Türk toplumunun düşünsel ve duygusal evrenini değiştirmektir,” sözlerini kanıt olarak gösteren
Korkmaz, modernistlerin “böylece milli kültür yerine enternasyonal bir kültür yaratma amacına yöneldikleri” sonucuna varır (Korkmaz, 1995: 840).
10
Örneğin, Tekin Erer öz Türkçe kelimeleri kullananları açıkça komünist olmakla suçlar. Erer’e göre “bir insanın ne derece solcu olduğunu anlamak için yazdığı ve konuştuğu kelimelere” bakmak yeterli olacaktır.
“Eğer hiç anlayamayacağınız kadar uydurma kelimelerle konuşuyorsa, ona tereddütsüz komünist diyebilirsiniz” (Erer, 1966: 179). Tahsin Banguoğlu ise daha da ileri giderek öz Türkçecilerin Rusya’dan emir aldıklarını iddia eder (Banguoğlu, 1967: 84).
44
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
nucunda, ilgili maddeler, 8 Şubat 1951’de tüzükten çıkarılır (Levend, 1972:
463). Bu maddelerin çıkarılmasıyla, Kurum yarı-resmi statüsünü yitirerek sıradan bir kurum halini alır.
Kurum’da bu yıllarda görülen değişiklikler bununla sınırlı kalmaz. 1950 öncesinde, Kurum üyelerinin hemen hemen tamamına yakınını sadece öz Türkçecilik hareketini hararetli bir şekilde savunan Kemalist modernistler oluşturmaktaydı. 1950’li yıllarda Demokrat Parti’nin estirdiği siyasi atmosferin etkisiyle,
sayıları çok olmasa da gelenekçi kanadın etkili isimlerinden bazıları Kurum’a
girmeye başlar.11 Ancak, Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmelerine rağmen gelenekçi bu isimlerin, Kurum içerisinde etkili olduklarını söylemek yanlış olur. Zira, 40-50 kişiden oluşan Yönetim içerisinde bu isimler azınlıkta kalırlar ve istedikleri doğrultuda hareket etmeleri çoğunluğu oluşturan modernist öz Türkçecilerin engeline takılır. Bu isimler daha sonraki dönemde zaten Kurum’dan ayrılmak zorunda kalırlar. Ancak, DP iktidarı döneminde, TDK da kurumsal olarak
eskisi kadar rahat hareket edemez, kelime türetmek ve yeni türetilen kelimeleri
yaymak için çabalayan bir kurum olmaktan çıkıp, eski eserleri basan ve dil konferansları düzenleyen akademik bir kurum halini alır.
DP’nin TDK’nın dili özleştirme çabalarını engellemek amacıyla ortaya koyduğu politikalardan bir tanesi de genel bütçeden her yıl TDK’ya ayrılan payın
kaldırılması olur. TDK’ya bütçeden ayrılan pay, önce 50.000 TL’den 10.000
TL’ye düşürülür. Daha sonra bu bütçe, Demokrat Parti Erzurum Milletvekili
Bahadır Dülger’in 24 Ekim 1951’de önerdiği ve dönemin Milli Eğitim Bakanı
Tevfik Đleri ve DP’li milletvekillerinin desteklediği tasarıyla tamamen ortadan
kaldırılır. Kabul edilen tasarıda, “TDK’nın bilimsel kimliğini yitirmesi, günlük
politik oyunların bir aleti olması ve milli dile bilinçli olarak verdiği zarar” gerekçe olarak gösterilir (Levend, 1972: 465). Böylelikle, hükümetlerin TDK’ya
ve dolayısıyla özleştirme çabalarına vermiş oldukları resmi destek de kesilmiş
olur.
DP’nin modernist öz Türkçecilik hareketini sekteye uğratmak için başvurduğu yollardan bir diğeri de bakanlık isimlerini öz Türkçe kelimelerden eski Türkçe kelimelere değiştirmek olur. Örneğin bakan yerine koydukları vekil; başbakan yerine başvekil; savunma yerine müdafaa; dışişleri yerine hariciye; içişleri
yerine dahiliye; eğitim yerine maarif; bayındırlık yerine nafıa; tarım yerine ziraat ve diğerleri bu türden yapılan değişikliklerdir. Bunlar dışında, dönemin
Milli Eğitim Bakanlığı dili öz Türkçecilik hareketinden uzaklaştırmak için eline
geçen her tür fırsatı ustaca kullanır. Bakan Đleri, tüm konuşma ve demeçlerinde
kendisinin ve hükümetinin öz Türkçe kelimelere karşı olduğunu, dilin özleşti11
19-23 Aralık 1949’da toplanan Altıncı Dil Kurultayı sonrasında Kurum’un Bilim Kurulu’na seçilen Nihat
Sami Banarlı ve 18-22 Temmuz 1954 tarihleri arasında toplanan Yedinci Dil Kurultayı sonrası Kurum’un
Yönetim Kurulu’na seçilen Hasan Eren, Ahmet Caferoğlu, Muharrem Ergin ve Abdülkadir Karahan bu
isimlerden bazılarıdır.
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
45
rilmesi değil sadeleştirilmesi taraftarı olduklarını ve okul kitaplarının “gereksiz”
öz Türkçe kelimelerden temizlenmesi gerektiğini açıkça belirtir (Levend, 1972).
Bu açıklamalarla, resmi ağızlarda modernistlerin savunduğu öz Türkçe veya arı
Türkçe söylemi yerini gelenekçilerin savunduğu sade Türkçe söylemine bırakır.
DP’nin modernist dil politikalarına karşı duruşlarının bir diğer göstergesi de
1945’de CHP’nin tek parti iktidarı döneminde öz Türkçeleştirdiği Anayasa’da
kullanılan dili yeniden değiştirme çabalarında görülür. 1952 yılı başlarında, DP
Đstanbul Milletvekili, Dışişleri Bakanı ve aynı zamanda Türkoloji alanında
yapmış olduğu ciddi çalışmalarla tanınan Fuad Köprülü, Anayasa dilinin “yaşayan dil” ile yazılması gerektiği gerekçesiyle, Anayasa’da kullanılan bazı öz
Türkçe kelimeler yerine eskilerinin getirilmesini öneren bir tasarıyı TBMM’ye
sunar. Belir- yerine tecelli et-; kurul- yerine teşekkül et-; güven yerine itimat; tek
başına yerine münferit(en); açık yerine alenî; kesin yerine kat’î; sanık yerine
maznun; ve yetki yerine selâhiyet, Köprülü ve arkadaşlarının değiştirilmesini istedikleri kelimelerden bazılarını oluşturur. CHP ve DP milletvekilleri arasında
geçen sert tartışmalar sonrasında, DP Đzmir Milletvekili ve Ekonomi ve Ticaret
Bakanı Zühtü Hilmi Velibeşe’nin Meclis’e sunduğu yeni bir öneri kabul edilerek, 24 Temmuz 1952 yılında, 1924 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu aynen korunarak
1945 Anayasası yerine idame edilmesi benimsenir.12
1960 darbesiyle birlikte, Türkiye’deki genel siyasal hayata paralel olarak dil
politikasında da her şey modernistlerin lehine olacak şekilde tersyüz olur. 1961
yapılan Anayasasının dili, eski Türkçe/Osmanlıca kavramlardan büyük oranda
arındırılmış ve modernist dil anlayışını yansıtan bir mahiyettedir (Velidedeoğlu,
1972). Diğer taraftan gerek Cemal Gürsel başkanlığında Mayıs 1960 - Ekim
1961 ve gerekse de Đsmet Đnönü başkanlığında Ekim 1961 - Şubat 1965 yılları
arasında kurulan kabineler döneminde bakanlık isimleri yeniden 1950 öncesinde
olduğu şekilde değiştirilir. Darbe sonrasında Milli Birlik Komitesi, TDK için
bütçeden belli miktarda payı yeniden ayırır. 28 Ocak 1961’de Devlet Başkanı
Cemal Gürsel imzasıyla bütün bakanlıklara gönderilen bir yazıda, resmi yazışma ve kullanımda Türkçe karşılıkları bulunan yabancı kökenli kelimelerin kullanılmaması emredilir (Levend, 1972: 488). Đnönü döneminin Milli Eğitim Bakanı da aynı şekilde okullarda öz Türkçe kelimelerin yeniden benimsenmesini
teşvik etmek amacıyla bazı tedbirler alır. Bakan Đbrahim Öktem, 7 Aralık 1964
tarihiyle ortaokul ve liselere gönderdiği bir genelgeyle, tüm okullarda bu amaçla
bir Arı Dili Yayma Kolu kurulması talimatını verir. Yine aynı tarihlerde, ders
kitabı yazarlarına gönderdiği başka bir yazıda Bakan, yazarların okul kitaplarını
yazarken öz Türkçe kelimeleri kullanma konusunda azami dikkat göstermelerini
talep eder (Levend, 1972: 506).
12
Cem Eroğul (1994), Anayasa dilinin CHP tarafından 1945’te öztürkçeleştirme hamlesini “devrim” olarak
nitelendirirken, DP’nin 1952’de Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yeniden idame ettirmesini “karşı-devrim” olarak
değerlendirir.
46
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
1965’te Adalet Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte durum bu sefer gelenekçilerin lehine döner. Demokrat Parti’nin devamı olan AP, doğal olarak gelenekçilerin dil politikasında benimsediği prensipleri devam ettirerek, öz Türkçecilik hareketini engellemeye çalışır. Her ne kadar DP’ye göre AP biraz daha
temkinli davranarak, modernist politikalara karşı eskiden olduğu kadar sert muhalefet gösteremese de, TDK çatısı altında toplanan modernistlerin dili özleştirme çabalarını belli ölçüde örselemeye çalıştığı ve onların hareket sahasını daralttığı söylenebilir. Ekim 1967’de tüm valilere ve resmi kuruluşlara gönderilen
bir genelgede, AP’li Milli Eğitim Bakanı Đlhami Ertem, dilin özleştirilmesi çabalarına göndermede bulunarak “dildeki abartılardan uzak durmaları” çağrısında bulunur. 1967 yılında Anayasa dilini resmi yazışmalarda esas olarak kabul
eden ve CHP milletvekilleri tarafından Meclis’e sunulan “Devlet Dilinde Birliğin Sağlanması” başlıklı yasa önerisi çoğunluğu oluşturan AP milletvekilleri tarafından reddedilir (Levend, 1972: 515).
1960 darbesinde olduğu gibi, 12 Mart 1971 askeri müdahalesi de modernistlerin lehine bir siyasi atmosfer oluşturur. AP’nin iktidarı teslim etmesi sonucunda askerlerin desteğiyle oluşturulan hükümetin Başbakanı Nihat Erim hem
CHP’nin hem de TDK’nın bir üyesi ve öz Türkçecilik hareketinin hararetli bir
savunucusudur. Hükümetten gelen destekle, TDK 1970’li yılların başlarında
yeniden dili özleştirme çabalarına hız vererek, değişik bilim dallarında kullanılan çok sayıda kavramın özleştirilmesine ağırlık verir. Modernist öz Türkçecilerin tıpkı 1960 müdahalesinde olduğu gibi, bu askeri müdahale için ortaya koydukları sevinç çığlıkları, iki askeri müdahalenin de modernistlerin lehine sonuçlar doğurduğunun en yalın ispatıdır. O dönemlerde, başkanlık da dahil olmak
üzere uzun bir süre TDK’da etkili konumlarda bulunmuş olan Agah Sırrı Levend’in aşağıdaki sözleri, modernistlerin 1971 muhtırasının oluşturduğu atmosferden ne kadar da hoşnut olduklarını gösterir: “Bu muhtıra tam zamanında yapılmış bir uyarıydı. Ülkenin sahipsiz olmadığı bildiriliyordu. Bu kesin hatırlatma üzerine fırtına dindi, çığlıklar kesildi, yumulan gözler açıldı ve Atatürk bütün varlığıyla karşımızda canlandı” (Levend, 1972: 532).
1980 askeri müdahalesine kadar, tüm siyasal alana paralel olarak dil konularında da çatışma tüm hızıyla devam eder. Bu tarihe kadar modernistlerin dili özleştirme çabalarındaki başarısı, iktidarda olan partinin hangisi olduğuna bağlı
olarak değişir. CHP’nin iktidarda olduğu dönemlerde, TDK resmi destek bulurken, sağ partilerin iktidarında bu destek kesildiği gibi ciddi engellerle karşılaşır.
Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP’nin iktidarda olduğu dönemde, bazı bakanlıklar yayınladıkları genelgelerle dili özleştirme çabalarına devam ederler.
Öz Türkçecilik hareketinin bilinçli ve hararetli bir savunucusu olan Ecevit’in
kendi kullandığı öz Türkçeyle, öz Türkçe kelimelerin toplum içinde benimsenmesinde çok önemli katkısı olmuştur. Aynı zamanda TDK üyesi de olan Ecevit’in; imkân, ihtimal, teşhis etmek, şehir ve koordinasyon gibi kelimeler yerine
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
47
tercih ettiği sırasıyla olanak, olasılık, saptamak, kent ve eşgüdüm gibi öz Türkçe
kelimeleri radyo ve televizyon konuşmalarında ve basına verdiği demeçlerde ısrarlı bir şekilde kullanması, bu kelimelerin çok geniş halk yığınları tarafından
olmasa da, en azından kendi taraftarları arasında benimsenmesinde çok büyük
etkisi olduğu şüphesizdir.
Milli Cephe Koalisyonu’nun 1975’te işbaşına gelmesiyle birlikte modernistlerin dili özleştirme çabaları yeniden ciddi bir şekilde sekteye uğrar. Tıpkı eski
sağ-parti iktidarları döneminde olduğu gibi, Milli Cephe Hükümeti döneminde
de yayınlanan genelgeler ve verilen demeçler yeni türetilen öz Türkçe ve “milli
dille uyumsuz” kelimelerden kaçınmayı emreder mahiyettedir. Koalisyon ortağı
Milli Selamet Partisi’nin elinde bulunan Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yayınlanan bir genelgede “devlet dairelerinde ve fabrikalarda öz Türkçe kelimelerin kullanılmasına izin verilmemesi” istenir. Aynı dönemde bazı yetkili
MSP temsilcileri tarafından Arap alfabesine yeniden geçme gerekliliği dahi dile
getirilir (Özdemir, 1976: 91-112).
Milli Cephe Hükümetleri döneminde modernist dil politikaları aleyhine olan
bir diğer önemli adım, okul kitaplarının yeniden yazılması olur. Bu adımın arkasında yatan asıl sebep, okul kitaplarındaki öz Türkçe kelimelerin atılarak,
“milli dil”le uyumlu bir hale getirilmesinin sağlanmasıdır. Bu amaçla, okul kitaplarını yazacak yazarlar, gelenekçi kanada yakın olan isimler arasından dikkatle ve özenle seçilir. Liselerde okutulmak üzere Muharrem Ergin’e yazdırılan
Dil Bilgisi ve Mehmet Kaplan’a yazdırılan Türk Dili ve Edebiyatı kitapları,
MEB tarafından 1976 yılından geçerli olmak üzere okul kitabı olarak kabul edilir. Her iki yazar da, gelenekçi kanadın en önemli isimleri arasında olup, dilin
özleştirilmesi hareketine karşı olduklarını aleni bir şekilde defalarca ortaya koyarlar.
1977 yılında CHP’nin yeniden iktidara gelmesiyle birlikte en azından resmi
makamlar nezdinde durum yeniden modernistlerin lehine işlemeye başlasa da,
gelenekçiler kurdukları farklı sivil toplum kuruluşları ve yayınladıkları çok sayıda eserle TDK önderliğinde gelişen özleştirme çabalarına meydan okumaya
devam ederler. Tercüman gazetesinin 19 Aralık 1979’da bu amaçla başlattığı
“Yaşayan Türkçemiz” hareketi büyük ses getirir. Tercüman yönetimi, ilk sayısında (TERCÜMAN, 1981: 5-6) “dilin onu yaratan milletten uzaklaştırıldığını,
hem geçmişle hem de dış Türklerle olan bağının koparıldığını ve Türk dilinin
kelime, gramer ve sentaks yönlerinden çökertilerek Cumhuriyet dönemi boyunca en zayıf günlerine getirildiğini” belirterek, bu hareketi başlatmalarının gerekçelerini ilan eder.
Tüm bu tartışma ve çatışmalara rağmen, modernistlerin dili özleştirme çabalarında belli ölçüde başarı sağladıklarını söylemek yanlış olmaz. TDK’nın
1972’de yayınladığı bir eserde (TDK, 1972: 127), edebi dilde kullanılan Türkçe
48
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
kökenli kelimelerin genel oranının %70’i geçtiği, bir yazarın eserinde %80 oranında Türkçe kökenli kelime kullanmasının artık yadırganmadığı, hatta eserlerinde %90 oranında Türkçe kelime kullanan yazarların dahi olduğu belirtilmektedir. 1981 yılında yayınlanan başka bir eserde (TDK, 1981: 30), Kurum özleştirme hareketinin ulaştığı başarıyı ilginç bir karşılaştırmayla dile getirir. Bu
eserde, 1900 yılında Şemseddin Sami tarafından yazılan ve 11.000 Türkçe,
13.000 Arapça, 3.700 Farsça ve 1300 Batı dili kökenli olmak üzere toplam
29.000 kelime içeren Kâmus-ı Türkî’deki toplam 16.700 Arapça ve Farsça kökenli kelimeden 10.000 kelimeye özleştirme hareketi çerçevesinde karşılık bulunduğu iddia edilmektedir.
Gelenekçiler ve modernistler arasında gerek siyasal alanda ve gerekse dil
alanında çetin çatışmalar sürerken, Türkiye üçüncü bir askeri müdahaleyle karşı
karşıya kalır. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin doğurduğu siyası ortam, bundan
önceki iki askeri müdahalenin aksine, gelenekçilerin lehine olur. 1982 Anayasasının 134. maddesiyle Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
(AKDTYK) kurulur. 11 Ağustos 1983 yılında kabul edilen 2876 sayılı Kanunla
Türk Dil Kurumu, AKDTYK’ya bağlanarak, özerk veya yarı özerk statüden çıkarılıp, Başbakanlığa bağlı sade bir devlet kurumu haline getirilir.
Yeni TDK, 1983’ten sonra, modernistlerin başlattıkları dili özleştirme hareketine son verir. Bu bağlamda, 1984 yılında, daha önceki TDK tarafından türetilen 205 öz Türkçe kelime devlet televizyonu olan TRT Yönetim Kurulu tarafından “sakıncalı kelimeler” olarak nitelendirilip, radyo ve televizyonlarda kullanılmaları yasaklanır. Aynı kelimelerin ders kitaplarında kullanılmaları, Milli
Eğitim Bakanlığı tarafından yasaklanır. Basında “Ecevit sözcükleri” olarak da
nitelendirilen “sakıncalı” kelimeler listesi, genelde isim köklerine getirilen
“yanlış” isim yapma ekleriyle türetilmiş doğa (tabiat) ve biçem (üslup) gibi kelimeleri, görsel, evrensel ve dinsel gibi +sAl ekinden oluşturulan kelimeleri ve
öngörü gibi ön-eklerle yapılan kelimeleri içerir. Yasaklanan listedeki en ilginç
kelimeler ise sol ideolojiyle özdeşleşen özgürlük, devrim, barış, eşitlik, emek,
sömürü gibi kelimelerdir.
TDK’nın bu dönemde dili özleştirme çabasında olmadığı, hatta eski kelimelerin kullanılmasını teşvik ettiğini gösteren bir diğer çalışması da “Yabancı Kelimelere Karşılık Bulma” adlı projedir (TDK, 1995 ve 1998). Bu projede dikkat
çeken en önemli nokta, yerlerine Türkçe kelimeler önerilen “yabancı” kelimelerin tamamının Batı kökenli kelimeler olmasıdır. Air-conditioner, e-mail, forvet,
non-stop, part-time, software, talk şov, amortisman, antet, hinterland, kaos, mega (<megas) gibi Batı kökenli kelimeler için Kurum’un önerdiği, sırasıyla, havalandırma, elmek (<elektronik mektup), ileri uç, duraksız, yarım gün, yazılım,
çene yarıştırma, aşınma, başlık, art bölge, kargaşa, büyük önerilen Türkçe kökenli kelimelerden sadece birkaçıdır. Diğer ilginç nokta, tüm bu proje çerçeve-
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
49
sinde yabancı olarak tanımlanıp Türkçe karşılık olarak önerilen kelimelerin çoğu köken itibarıyla Arapça veya Farsçadır.
1950-1983 yılları arasında öz Türkçecilik hareketi sadece bu politikaları destekleyen iktidarlar döneminde ilerleme sağlayabilir. Diğer bir deyişle, CHP’nin
iktidarda olduğu dönemlerde öz Türkçecilik hareketi desteklenirken, muhafazakar ve milliyetçi sağ partilerin iktidar dönemlerinde herhangi bir resmi destek
görmediği gibi ciddi bir şekilde engellenir. Ancak, tüm karşı çıkış ve engellemelere rağmen öz Türkçecilik hareketinin belli oranda bir başarı elde ettiğini
belirtmek gerekir. Bugün Türk dilinde ve Anayasasında kullanılan birçok kelime öz Türkçecilik hareketiyle dile girmiş ve yaygın olarak kullanılan kelimelerdir.
Öz Türkçecilik hareketinin elde etmiş olduğu başarı, ünlü Đngiliz Türkolog
Geoffrey Lewis’in (1999) haklı bir şekilde ifade ettiği gibi, ancak “katastofik bir
başarı” (a catastrophic success) olarak nitelendirilebilir. Gelinen nokta, konsolide olamamış bir dil ve karmaşadan başka bir şey değildir. Birazdan aktaracağımız Anayasa dilinde de görüleceği üzere, dilde ve özellikle eski ve yeni kelime ve kavramların kullanımında bir ikilik, karmaşa ve tutarsızlık oluşmuştur.
Bu karmaşaya, öncelikle öz Türkçecilerin dilde karşılığı olmasına rağmen sırf
farklı kökenli olduğu için bazı kelimeleri dilden atmalarındaki ısrar; daha sonra
da birbirinden bağımsız şekilde norm ve kimlik eksenli hareket eden siyasal
grupların uzlaşmaya yanaşmayan ve karşılıklı birbirlerini dışlayan davranışları
sebebiyet vermiştir.
ÖZ TÜRKÇE SADE TÜRKÇE TARTIŞMALARI%I% 1982
A%AYASASI%A YA%SIMALARI
Modernist-gelenekçi tartışmalarının doğurduğu karmaşanın izlerini, daha
önceki Anayasalarda olduğu gibi, 1982 Anayasasının dilinde ve kullanmış olduğu kavram tercihlerindeki tutarsızlıklardan da görmek ve izlemek mümkündür. Çalışmamızın bundan sonraki kısmında, 1982 Anayasasındaki anlatım bozuklukları ve özellikle kavram kullanımındaki tutarsızlıklara dikkati çekerek,
yeni yapılacak Anayasa için bazı öneriler geliştirilecektir.
1982 Anayasasındaki Anlatım Bozuklukları
1982 Anayasasındaki bazı cümle ve anlatım bozukluklarını şu şekilde sıralayabiliriz:
Özne-%esne/Yüklem Uyumsuzluğu
Bu türden anlatım bozukluklarının en bariz örneği Anayasa’nın Cumhuriyetin nitelikleri ile ilgili ve değiştirilemez maddeleri arasında yer alan 2. maddesinde görülebilir:
50
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve
adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Bu cümlede “toplumun huzuru” hem içinde bulunduğu söz öbeği hem de
yüklemle bir uyumsuzluk içindedir. Hatta cümlenin “toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde” bölümünü “bir hukuk Devletidir” yüklemiyle de tam uyum içinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Anayasa hukukçularının dil konusunda oldukça hassas oldukları düşünülürse, bu şekilde
basit bir hatanın onlar tarafından üstelik Anayasanın değiştirilemez maddesinde
yapılmış olması ilginçtir. Bu hata, sözde toplumun huzurunu sağlamak adına
darbe yaptıklarını söyleyen Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin, ayak üstü Anayasaya dahil ettikleri bir yanlışlık izlenimi vermektedir.
Bu madde şayet 4. madde gereği yeni Anayasa’da yer alacaksa, o zaman
maddenin sadece Cumhuriyetin nitelikleri korunarak, kısa ve sade bir şekilde aşağıdaki gibi düzeltilmesi önerilebilir:
Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayalı, demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk Devletidir.
Gereksiz ve Uzun Cümleler
1982 Anayasasında göze çarpan önemli anlatım bozukluklarından bir tanesi
de uzun ve gereksiz cümlelerdir. Bunlara sadece iki örnek vermek gerekirse;
MADDE 20- Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
(Mülga cümle: 3/10/2001-4709/5 md.)
Maddenin birinci cümlesindeki anlatım, adeta ikinci cümlede “dokunulamaz” denilen özel hayatın dokunulmasına cevaz verir niteliktedir.
Maddenin birinci cümlesindeki anlatımdan, “bireyin özel hayatına dokunulabileceği, böyle bir durumda bireyin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı olduğu” anlamı rahatlıkla çıkarılabilir. Başka bir ifadeyle
birinci cümlede bireye sadece “özel hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkı” tanınmaktadır. Diğer taraftan “saygı,” soyut bir mefhum olup, ölçüsünün ne olduğu ve bireyin bu saygıyı kimden ve nasıl isteyeceği de
belirsizdir. Đkinci cümlede belirtilen husus, birinci cümleyi anlamsız kaldığından, birinci cümlenin kullanılmasına gerek yoktur. Bu çerçevede,
maddede anlatılmak istenen aslında sadece “özel hayatın dokunulmazlığı”dır ve dolayısıyla; sade, kısa ve anlaşılır bir biçimde aşağıdaki şekilde
dile getirilebilir:
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
51
Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Diğer bir örnek olarak Millî Güvenlik Kurulu ile ilgili 118. maddeyi ele alalım:
MADDE 118 … (Değişik: 3/10/2001-4709/32 md.) Millî Güvenlik Kurulu;
Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan
tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini
Bakanlar Kuruluna bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin
bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca
değerlendirilir.
Bu maddede 2001 yılında yapılan değişiklikle, MGK’nın istişari bir kurul
olduğu vurgusu ön plana çıkarılmak istenmişti. Ancak maddedeki genel anlatım, MGK’nın istişari bir kurul olmanın çok ötesinde bir anlama sahip olduğu
izlenimi vermektedir. Maddenin ikinci cümlesinde belirtilen konular zaten birinci cümlede belirtilen “devletin milli güvenlik siyaseti” ile ilgili konular olduğundan, ayrıca dile getirilmesine gerek yoktur. Maddede anlatılmak istenenler,
sade, kısa ve anlaşılır bir biçimde, aşağıdaki şekilde anlatılabilirdi:
Millî Güvenlik Kurulu; Devletin millî güvenlik siyasetinin belirlenmesi ve
gerekli koordinasyonun sağlanması ile ilgili tavsiye karar ve görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir. Bu karar ve görüşler, Bakanlar Kurulunca değerlendirilir.
“Ve” Bağlacının Aşırı Kullanımı
“Ve” bağlacının aşırı kullanımı, Anayasa’da dikkati çeken anlatım bozukluklarından bir diğeridir. Bir örnek vermemiz gerekirse;
MADDE 130 ...Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe
her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler. Ancak, bu yetki, Devletin
varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette bulunma serbestliği vermez.
“Ve” bağlacı, üniversitelerle ilgili yukarıdaki kısa cümlede 6 kez kullanılırken, Cumhurbaşkanı yemini ile ilgili 103. maddede tek cümlede 12 kez kullanılmıştır. Anayasanın genelinde bu tür tekrarlardan kaçınmak için bazen “ile”
bağlacından destek alındığı görülse de, özellikle dokunulamaz gibi algılanan
bazı kalıp öbeklerde kullanılan “ve”nin bu türden aşırılığa yol açtığı görülmektedir. Anayasanın farklı maddelerinde (14, 28, 68, 81, 103, 118) benzer kalıplar
içerisinde görülen bu tür aşırı kullanımların asgariye indirilmesi faydalı olacaktır.
Sayıların Bitişik Yazımı
Anayasanın farklı maddelerinde (20, 21, 22, 28, 33, 135) sayıların yazıyla
gösteriminde tutarlı bir şekilde bitişik yazıldıkları (yirmi dört, kırk sekiz, gibi)
52
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
dikkati çekmektedir. Türk Dil Kurumu Yazım Kılavuzu’nda, birden fazla kelimeden oluşan sayıların ayrı; sadece para ile ilgili işlemlerle senet, çek vb. ticari
belgelerde geçen sayıların bitişik yazılması önerilmektedir. Yeni Anayasanın
yazımında bu kuralın dikkate alınarak, sayıların ayrı yazılması uygun olacaktır.
Kavram Kullanımındaki Tutarsızlıklar
1982 Anayasasının dil yönünden bir diğer özelliği de kavram kullanımındaki
insicamsızlıktır. Bunda yukarıda dile getirilen öz Türkçecilik hareketinin etkisinin olduğu aşikardır. Tutarsız kullanılan ve aynı anlama gelen kavram çiftlerinin çok büyük bir çoğunluğu, öz Türkçecilik hareketiyle Türk diline giren yeni
kavramlardır. Öz Türkçe kavramlar ile dilde eskiden beri bulunan ve kullanılagelen kavramların kullanımı arasında tercih yapmadaki kararsızlık, 1982 Anayasasının diline de yansımış ve bu durum kavram kullanımında bir ikiliğe ve tutarsızlığa yol açmıştır. Aşağıda, 1982 Anayasasında kullanıldıkları maddelerle
birlikte bu türden kavramların bir listesi sıralanmıştır:
beyan (et-)
38, 69, 138
bildirim/
bildir-
bildirim: 71, 125, 160, 164, Geçici
18; bildirmek: 83, 155, 166, Geçici 2
fiil
15, 17, 38, 39, 69, 146,
eylem
66, 68, 69, 76, 112, 122, 125, 157,
159, 169
fikir
18, 26
düşünce
10, 15, 25, 26, 29, 83, 134, 155, 162
15, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 28, 29,
32, 33, 39, 44, 46, 47, 53, 54, 66,
69, 78, 83, 84, 85, 86, 90, 91, 92,
94, 100, 102, 104, 105. Madde
Başlığı, 106, 113, 114, 116, 119,
120, 121, 122, 125, 135, 140,
141, 145, 147, 149, 150, 153,
159, Geçici 1, 2, 16 ve 19, 175,
177
17, 32
durum
15, 16. Madde Başlığı (yabancıların
durumu), 17, 19 (durumu hakkında),
42 (durumları sebebiyle), 53 (sosyal
durum), 54, 55 (ekonomik durum),
69, 83, 84, 89, 121, 122, 125, 153,
159, 168
onur
Başlangıç
Başlangıç, 5, 12, 13, 14, 15, 16,
19, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 32,
33, 36, 38, 40, 42, 48, 81, 103,
120, 121, 122, 130, Geçici 2,
177
10, 11, 74, 122, 123. Madde
Başlığı, 126, 127, 128, 129, 136,
153, 160, 162, Geçici 10, 19
(idare mahkemesi) 177
özgür(lük)
20, 21, 22, 34, 38, 51 (tamamı, de.
2001); 90 (de. 2004); 148 (de. 2010)
yönetim
51, 59, 67, 69, 79, 82, 95, 119, 121,
126 (merkezden yönetim, yerinden
yönetim), 127, 130, 159, 160, 162,
163, Geçici 2 ve 19, 177
ihtiva et-
12
içer-
90
iktisadi
47 (KĐT kalıbı), 65. Madde Başlığı, 128, 135 (KĐT kalıbı), 161
(KĐT kalıbı), 165. Madde Başlığı
(KĐT kalıbı)
ekonomik
5, 23, 24, 29, Üçüncü Bölüm Madde
Başlığı, 49, 51, 52, 55, 65, 90, 119,
126, Dördüncü Kısım Madde Başlığı, 166,
hal
haysiyet
hür(riyet)
idare
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
53
iktisat
146, Geçici 18
ekonomi
48
iştirak
175
katılım/
katılma
katılım: 149; katılma: 24, 54, 67, 76,
84, 94, 95, 102, Geçici 13 ve 16
ivedi(likle)
91, 148
acele/acil
137 (acele hallerde)
maksat
10, 19, 45, 131
amaç
Milletlerarası
15, 16, 42, 87, 90, 92, 104, 125,
Geçici 2
Uluslararası
5, 20, 23, 25, 26, 28, 43, 44, 45, 48,
58, 61, 63, 65, 69, 104, 131, 135,
166
38 (de. 2004), 69 (de. 2001)
müessese
19
kurum
müeyyide
14 (de. 2001), 38 (de. 2004), 168
yaptırı
Başlangıç, 5, 17, 20, 21, 22, 23, 28,
30. Madde Başlığı, 31, 33, 34, 36.
Madde Başlığı, 40. Madde Başlığı,
41, 44, 45. Madde Başlığı, 46, 49,
50, 51, 56, 58, 59, 61, 62, 63, 64, 81,
103, 118, 127, 135, 137, 169, 170,
171, 172, 173, 174, Geçici 2,
22, 24, 29, 42, 56, 67, 68, 74, 76, 82,
108, 129, 130, 131, 132, 133, 134,
135, 146, 159, 160, Geçici 2, 8 ve
18, 177
69
müsaade
169
izin
26, 28, 29, 33, 34, 50, 51, 68, 84, 92
müşterek
127, 135
ortak
Başlangıç, 101, 168
siyaset
112, 118
politika
Başlangıç, 73, 166
siyasi
10, 24, 31, 67, 68, 69, 83, 91, 94,
95, 99, 100, 101, 112, 114, 133,
135, 136, 149, 150, 162, 169,
Geçici 2, 177
38
siyasal
5, 29, 146 (de. 2010), Geçici 18 (de.
2010)
kişisel/
bireysel
tayin (et-)
118 (belirleme),
149 (atama)
atama
kişisel: 20 (de. 2010), 24, 41 (de.
2010); bireysel: 148, 149 ve Geçici
18 (de. 2010)
82, 104, 107, 113, 130, 159, Geçici
12
tedbir
10, 15, 19, 28, 38, 41, 42, 44, 45,
49, 55, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63,
64, 67, 118, 121, 127, 166, 167,
169, 170, 171, 172, 173, Geçici
2 ve 19, 175
önlem
koru(n)ma(-)
169, Geçici 14
muhafaza (et)
şahsi
teşebbüs
47(KĐT), 48, 57, 82, 128 (KĐT),
135 (KĐT), 161 (KĐT), 165.
Madde Başlığı (KĐT)
girişim
112
166, 172
54
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
Başlangıç, 11, 22, 51, 54, 56, 68, 69,
74, 76, 82, 90, 107, 108, 110, 123,
126, 127, 129, 130, 131, 132, 133,
134, 135, 142, 145, 149, 154, 155,
156, 157, 158, 159, 160, 162, 165,
166, Geçici 2 ve 8, 177
26, 29, 30, 31, 45, 170
60, 61, 107, 113, 118, 126, 131,
132, 166
kuruluş
vasıta
36, 97
araç
vatan
Başlangıç, 66 (vatana bağlılık),
72 (vatan hizmeti), 81 (vatanın
bölünmezliği), 105 (vatana ihanet), 122 (vatana karşı kalkışma)
10, 61 (vazife şehitleri), 114
yurt
Başlangıç, 23, 67, 106 (yurt dışı),
117 (yurt savunması), 166 (yurt düzeyinde)
görev
muhtelif maddelerde toplam 203 kez
kullanılmış
teşkilat (lanma)
vazife
Anayasada kendi içerisinde tutarsızca kullanılan bu kavramlar dışında,
Anayasanın tutarlı bir şekilde kullandığı bazı kavramlar ise gündelik dilde yaygın şekilde kullanılmamaktadır. Başka bir ifadeyle 1982 Anayasasında kullanılan bazı kavramlar ile gündelik dilde kullanılan kavramlar arasında da bir tutarsızlık vardır. Bu türden kavramlara birkaç örnek vermek gerekirse;
Mahalli
idareler
Mahalli
Đmtiyaz
Sosyal
127, 160, Geçici 10, 177
127, 160, Geçici 10 ve 16,
175, 177
10, 125, 155
Başlangıç, 2, 5, 23, 24, 48,
51, 53, 55, 56, 60, 61, 62,
65, 73, 128, 160, 166, Geçici 19, (bazıları sosyal güvenlik, sosyal haklar, sosyal konsey kavramlarıyla
birlikte)
Yerel
Yönetimler
Yerel
hiç kullanılmamış
Ayrıcalık
hiç kullanılmamış
Toplumsal
“toplum” var, “toplumsal”
hiç kullanılmamış
hiç kullanılmamış
Anayasada kullanılan dil ile halkın konuştuğu dil sürekli bir etkileşim halindedir. Çünkü anayasalarda kullanılan kavramlar sadece hukuki ve teknik kavramları değil, aynı zamanda halkın günlük dilde kullandığı kelimeleri de içermektedir. Dolayısıyla Anayasada kullanılan dil, sadece hukuk ve yönetim dilini
değil, aynı zamanda halkın dilini de geniş ölçüde etkilemektedir. Yukarıda sıralanan kavramların, genel anlamda toplumun da dili ve kavramları kullanımında
bir tutarsızlığa ve ikiliğe yol açtığını söylemek için derin bilimsel analizler
yapmaya da gerek yoktur.
Sadece, bu ikircikli durumun mahiyetini görmek amacıyla dar bir saha araştırması yapıldı. 10-12 Nisan 2012 tarihleri arasında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nin Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerinin lisansüstü programlarında
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
55
okuyan toplam 46 öğrenci üzerinde anket uygulandı.13 Öğrencilere yukarıda sıralanan kavram çiftleri verilerek, yeni yapılacak Anayasada eş veya benzer anlama gelen bu kavramlardan hangisinin kullanılmasını tercih ettikleri soruldu.
Bu araştırmada elde edilen verilerin yüzdelik sonuçları aşağıdaki şekildedir:
beyan (et-)
fiil
fikir
hal
haysiyet
hür(riyet)
idare
ihtiva etiktisadi
iktisat
iştirak
ivedi(likle)
maksat
muhafaza (et-)
müessese
müeyyide
müsaade
müşterek
siyaset
siyasi
şahsi
tayin (et-)
tedbir
teşebbüs
teşkilat(lanma)
vasıta
vatan
vazife
mahalli idareler
mahalli
imtiyaz
sosyal
%
52
47
51
31
53
54
59
43
57
52
43
69
73
56
24
39
24
39
78
42
33
27
58
51
50
35
76
31
76
33
69
40
bildirim/bildirmek
eylem
düşünce
durum
onur
özgür(lük)
yönetim
içerekonomik
ekonomi
katılım/katılma
acele/acil
amaç
koru(n)ma
kurum
yaptırım
izin
ortak
politika
siyasal
kişisel/ bireysel
atama
önlem
girişim
kuruluş
araç
yurt
görev
yerel yönetimler
yerel
ayrıcalık
toplumsal
%
48
53
49
69
47
46
41
57
43
48
57
31
27
44
76
61
76
61
22
58
67
73
42
49
50
65
24
69
24
67
31
60
Bu verilerden, ebetteki genellenebilir çıkarımlarda bulunmak mümkün değildir. Ancak, Anayasa’da tutarsızca kullanılan kavramların toplumun gündelik
hayatta konuştuğu dile de yansıdığını, kavram tercih ve kullanımında ikircikli
13
Anketin uygulanması ve istatistiklerinin çıkarılmasında sağladığı katkıdan dolayı Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Araştırma Görevlisi Başak Akar Yüksel’e teşekkürler.
56
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
bir durum olduğunu görmek ve göstermek açısından, bu sonuçlar önemlidir.
Yukarıdaki listede de görüleceği üzere, hemen hemen tüm kavramlarda neredeyse ikiye bölünmüş şekilde bir tercih farklılığı oluştuğu dikkati çekmektedir.
SO%UÇ
Modernist öz Türkçecilik hareketinin, dili özleştirme hareketinde belli oranda başarı sağladığı söylense de; bu harekete karşı gösterilen gelenekçi direnç ve
tepki ile birlikte değerlendirildiğinde, Türk dilinde bir karmaşaya yol açtığı muhakkaktır. Uzlaşmaya yanaşmayan ve birbirlerini karşılıklı dışlayan tarafların
sebebiyet verdiği dildeki bu karmaşanın izleri, daha önceki Anayasalarda olduğu gibi, 1982 Anayasasında da görülmektedir.
Anayasa tartışmalarında sıklıkla dile getirilen iki mottoyu hatırlayalım: (1)
Anayasalar toplumsal sözleşme metinleridir ve (2) Anayasalar devlet değil, insan merkezli olmalıdır. Bu ilkelere paralel bir şekilde, yakın zamanda yazılması
planlanan toplumsal sözleşme metninin, tarafların yani devlet ricali ile halkın
anlayabileceği sade bir dille yazılması ve bu yapılırken devletin değil, halkın dilinin esas alınması gerekir. Anayasada kullanılan kelimeler sadece hukuki ve
teknik kavramları değil, aynı zamanda halkın günlük dilde kullandığı kelimeleri
de içermektedir. Başka bir ifadeyle, yeni Anayasa’da kullanılacak dil gelecek
yıllar için sadece hukuk ve yönetim dilini değil, aynı zamanda halkın dilini de
etkileyecektir.
Yeni Anayasa yazılırken, öncelikle 1982 Anayasasında gördüğümüz anlatım
bozukluklarından kaçınılmalı; kısa ve öz cümlelerle, herkesin anlayabileceği
sade ve anlaşılır bir anlatım tercih edilmelidir. Kavram tercihlerinde geçmiş yıllarda yapılan hatalara düşülmemeli; kelimeler arasında kelimenin kökenine veya
kim tarafından, ne zaman ve nasıl türetildiğine göre ayırım yapılmamalıdır. Ancak diğer taraftan, bu çalışmamızda da yansıttığımız kavram kullanımındaki tutarsızlıklar giderilmeli, belli bir insicam ve standartlaşma sağlanmalıdır. Kelime
tercihlerinde temel ölçü yaygın kullanım olmalıdır. Başka bir ifadeyle, hangi
kavram halk arasında veya gündelik hayatta daha yaygın olarak kullanılıyorsa, o
kavram tercih edilmelidir. Bu amaçla, tartışmalı kavramlarla ilgili ülke çapında
bir kamuoyu yoklaması yapılarak halkın tercihleri sorulmalı ve bu tercihler anayasa yazımında değerlendirmeye alınmalıdır.
2011 Genel Seçiminde %95’lik bir temsil oranıyla halkın meşruiyetini kazanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni Anayasanın sadece içeriğinde değil,
aynı zamanda dilinde de toplumsal bir uzlaşmayı sağlamak için tarihi bir fırsata
sahiptir.
Modernite-Gelenek Çekişmesi Bağlamında 1982 Anayasasının Dili
57
KAY%AKÇA
Acar, Đsmail (1983), Dilimiz Atatürk ve Sonrası, Đnce Matbaacılık, Balıkesir.
Banguoğlu, Tahsin (1967), “Türk Dili Savunması,” Türk Dili Đçin V, TKAE Yayınları,
Ankara, s. 77-88.
Bingöl, Yılmaz (2004a), “Đmparatorluktan Ulus-Devlete: Türkiye’de Ulusal Bir Dilin
Yaratılmasına Doğru,” Modernlik ve Modernleşme Sürecinde Türkiye, (ed. G. Erdumlu), Babil Yayınları, Ankara, s. 155-186.
Bingöl, Yılmaz (2004b), “Kimlik Tartışmaları Işığında Türk Dil Politikası,” Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, 59/1, s. 27-58.
Erer, Tekin (1966), “Dilimizi Katledenler!” Türk Dili Đçin II, TKAE Yayınları, Ankara,
s. 179-181.
Eroğul, Cem (1994), “Anayasa ve Tüze Dilinin Değiştirilmesi,” Ankara Üniversitesi
SBF Dergisi, 49/3-4, s. 118-148.
Korkmaz, Zeynep (1995), Türk Dili Üzerine Araştırmalar, AKDTYK, TDK Yayınları,
Ankara.
Köprülü, M. Fuad (1986), “Millî Edebiyat Cereyanının Đlk Mübeşşirleri,” Edebiyat
Araştırmaları (2. Baskı), TTK Yayınları, Ankara, s. 271-315.
Levend, A. Sırrı (1972), Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri (3. Basım), TDK
Yayınları, Ankara.
Lewis, Geoffrey L. (1999), The Turkish Language Reform: A Catastrophic Success,
Oxford University Press, Oxford ve New York.
Öksüz, Y. Ziya (1995), Türkçenin Sadeleşme Tarihi: Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi. AKDTYK, TDK Yayınları, Ankara.
Özdemir, Emin (1976), “1975’te Dilimiz,” Varlık Yıllığı 1976, s. 91-112.
Özdemir, Hakan (2006), Cumhuriyet Tarihinde Hukuk Dilindeki Değişmeler ve Gelişmeler, (Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
YÖK Tez Merkezi)
Özel, Sevgi, vd. (der.) (1986), Atatürk’ün Türk Dil Kurumu ve Sonrası, Bilgi Yayınları,
Đstanbul.
Şimşir, Bilal N. (1992), Türk Yazı Devrimi, AKDTYK, TTK Yayınları, Ankara.
TERCÜMAN (1981), Yaşayan Türkçemiz, Tercüman Yayınları, Đstanbul.
TDK (1933), Birinci Türk Dil Kurultayı-1932: Tezler Müzakere Zabıtları, Maarif Vekaleti Devlet Matbaası, Đstanbul.
TDK (1972), Türk Dil Kurumunun Kırk Yılı, TDK Yayınları, Ankara.
TDK (1981), Türk Dil Kurumu ve Etkinlikleri, TDK Yayınları, Ankara.
TDK(1995), Yabancı Kelimelere Karşılıklar, TDK Yayınları, Ankara.
TDK (1998), Yabancı Kelimelere Karşılıklar (Đkinci Kitap), TDK Yayınları, Ankara.
TDK (1999), 1926 Bakü Türkoloji Kongresi’nin 70. Yıl Dönümü Toplantısı, TDK Yayınları, Ankara.
58
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 46 Sayı 3
TKAE (1962), “Amacımız ve Yolumuz,” Türk Kültürü, Ekim, Cilt.1, No: 1, s. 1-7.
Ünaydın, Ruşen Eşref (1948), Türk Dili Tetkik Cemiyetinin Kuruluşundan Đlk Kurultaya
Kadar Hâtıralar, (2. Basım), TDK Yayınları, Ankara.
Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet (1972), 1961 Anayasasının Dili, TDK Yayınları, Ankara.
www.yenianayasa.tbmm.gov.tr/ (Erişim: 12.04.2004)